23 Temmuz 2019 Salı

SİHİR=BÜYÜ


SİHİR=BÜYÜ

Tarihin eski çağlarında çok yaygın olan sihir ve sihirbazlık, bugün müsbet ilimin çok geliştiği modern çağımızda dahi hâlâ etkisini sürdürmektedir. İlkel kabilelerde olduğu gibi modern toplumlarda bile pek çok kimse sihire inanmakta ve ondan korkmaktadır. Çeşitli gayeler için sihir yaptıranlar, sihirden medet umanlar, azımsanmıyacak kadar çoktur. Öyleyse nedir sihir?.. İnsanlar niçin bu sihir eylemine tevessül etmektedirler?.. İşte bu kısımda da kısaca bu konuyu açıklamaya çalışacağız.

1. Sihirin Tanımı:

Sihir (sihr-büyü) kelimesi; şaşırtıcı etki, değiştirme, hüner, hile, gözbağcılık, aldatma, batıl, bir şeye hak diye göstermeye çalışma anlamlarına gelmektedir.

Efsun veya Afsun kelimeleri de aynı anlamda kullanılır.
Deyim olarak ise sihir: "Bazı güçler kullanarak canlı ve cansız varlıkları, özellikle insanları istenilen yönde etkilemek amacıyla yapılan eylem"'14' olarak tanımlanmaktadır. Bir başka deyişle, "Birtakım gizli kuvvetlerle bağlantı kurarak iş görme, akıl dışı olayları gerçekleştirme eylemi"'15' diye tarif edilmektedir.

İbn-i Esir, "Nihaye" adlı eserinde sihiri (büyüyü) "bir şeyi yönünden çekip çevirmek, değiştirmek" anlamında kullanmıştır. Bedreddin Aynî de "Umdetül Kâri" adlı eserinde sihri, "kötü işlerde görülen, itiraz ve reddedilmesi güç olmayan olağanüstü işler"(16) diye tarif etmiştir. Ord. Prof. İsmail Hakkı İzmirli ise: "Hud'a (hile, aldatma)dır. Aslı da yoktur hakikati de" demiştir. Eski Diyanet İşleri Başkanlarından büyük âlim Ömer Nasuhi Bilmen ise şunları söylemektedir:


Sihir: Sebebi gizli olan ince lâtif şey demektir. Sebebi gizli olduğundan gerçeğin hilafına tahayyül olunan, yaldızlı hile, aldatmaca olan herhangi bir şeydir. Gözbağcılık, hokkabazlık bu kabildendir. Firavun zamanındaki büyücülerin ellerindeki değnekleri birer ejdarha suretinde gösterdikleri gibi bazı gizli sebeplere binâen ruhlarüzerinde tesir eden ve ekseri şerre müteveccih bulunan şeylere de birer sihir demiştir. Aile fertleri arasında ayrılıklar meydana getiren büyücülük gibi. "Bazı cinlerden istiane (yardım isteme) suretiyle yapılan gayrimeşru, harika nevinden madud (muayyen, belirli) bulunan birtakım muamelelerde birer sihirdir. Buna cincilik denir"(17).

Tabiat kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiasında olanların başvurduklan "gizli işlem ve davranışlara verilen genel ad" olarak, sihir yani büyü kelimesi kullanılmaktadır.


2. Sihir Yapmanın Amacı:

Genel olarak sihir yapmaktan amaç, karşıdaki insan veya eşya üzerinde istenilen değişikliği ve davranışı sağlamaktır. Bu itibarla pek çok değişik arzuyu gerçekleştirmek umuduyla sihirler yapılmaktadır. 


Başlıcaları şunlardır: 


Yunan ve Roma'da: Klasik eski çağ büyücülüğü sık sık yabancı tanrıların yardımına başvuruyordu. Ama Hekate yine de büyü tanrıçasıydı. Tesalya büyücülerle doluydu. İlkel Roma dinine çok sayıda büyü uygulaması miras bırakmış olan Etrüskler için de, durum bunun eşidir. Roma İmparatorluğu devrinde, doğu, özellikle de Mısır ve Keldani kaynaklı boş inançlar kendini göstermeğe başladı. Bunun üzerine birçok büyücü Roma'ya üşüştü. İmparatorlar, hizmetlerinden yararlanmakla birlikte, onlara kötü davranmaktan da geri kalmadılar. Tiberius, büyü yapmakla suçlanan azat edilmiş 4.000 köleyi Sardunya'ya sürdü. Apuleius, bir büyücülük suçlamasına karşı kendini savunmak zorunda kalmıştı.

Yahudi dininde: XII. yy.da birtakım kabbalacı'lar, tılsımlar kullanan mistik bir akımın doğmasına yolaçtılar. Doğu Avrupa'da hahamların mucize yapmak gücünde olduğuna inanılıyordu.

İslâm dini öncesi Arabistan'da büyü, müslümanlıktan önce geçerli birtakım uygulamalarla, Arapların yakın ilişkisi olan (musevîler, İranlılar, Yunanlılar gibi) halklardan alınmış aynı çeşitten anlayışların bir karışımıdır. Bunlar, tütsüleme, tılsım ve muska, okuyup üflemek, yıldızlara bakarak geleceği söylemek, içine yerleştirilen sayılar yatay veya dikey olarak toplandığında hep aynı sayıyı veren büyülü kareler düzenlemek vb. gibi uygulamalardı. Sayıların ve harflerin gizli değerlerinden yararlanarak geleceği okumak demek olan cifir, bu konuda kitaplar yazılmasına yolaçmıştır"(19).
Nitekim "CİFİR" ilmiyle uğraşanların iddia ettiklerine göre: her devirde nazil olmuş bulunan mukaddes kitabın orijinalini meydana getiren kelimelerin her birine 8 hadim (hizmetli) vazifeli kılınmıştır... Bunların 4'ü ulvî yani melek cinsinden; 4'ü de suflî yani cin cinsindendir.

Bu kelimelerin "Cifir ilmi" denilen bir ilmin verdiği hesaplara göre çeşitli rakamlarla tekrarlanışı o kelimenin vazifeli olan cinini harekete geçirir ve tesirini sevkedildiği kimse üzerinde icra eder...
İşte büyü denilen hâdise, bir kelime veya kelime grubunun belli bir sayıda, bazen de bazı yan çalışmalarla birlikte okunmasıyla birlikte meydana gelmektedir...


Ancak burada önemli bir faktör olan "zaman" mefhumunun da büyük rolü olmaktadır... Zira, zamanın yani günün 24 saatinin de ayrı ayrı rolleri bulunmaktadır bu işte...


İşte insan, bir kelimeyi veya kelime grubunu devamlı olarak okuduğu zaman, neşrettiği bu elektromanyetik dalgalan âdeta bir şifre şekline sokmaktadır ki bununla da o şifreye en yakın yapıdaki bir cin ile temas kurmuş olmaktadır...


İşte bu temas neticesinde o şifre durumundaki elektromanyetik dalgalar, kendisine en yakın yapıdaki cine tesir etmekte ve iyi düzenlenebildiği takdirde onu istenilen şey i yapmaya mecbur kılmaktadır...
İnsanın belirli bir kelime veya kelime grubuna belirli oranda devam etmesi sonunda beyin vasıtasıyla yaymış olduğu elektromanyetik dalgalar, o dalga boyuna uygun yapıdaki cinni istenilen şeyi yapmaya mecbur bırakıyor, demiştik... İşte cinnin kendisinden istenileni yapmaması halinde ise, o kişinin o duaya veya kelime grubuna devamlı halinde neşretmiş olduğu elektromanyetik güç yapısı bazı ışınlardan yapılmış olan cinin tahribine yani kaba bir tabirle yanmasına yolaçmaktadır...


Nasıl ki bir radyo istasyonunun yaptığı neşriyat(yayın), başka bir istasyonun daha kuvvetli şekilde yaptığı neşriyatla bozulmakta ise; aynı şekilde insanın bu çalışmalarla yaptığı elektromanyetik dalgalar da cinlerin ölümüne yolaçmaktadır.

Bu sebeple cinler, belirli bir çalışmaya devam eden ve kendisim yakıcı elektromanyetik dalgalar neşredebilecek güçteki kimselerin emri altına girmek zorunda kalmakta ve ister istemez "BÜYÜCÜ" dediğimiz kişilerin emirlerini yerine getirme işine tabi olmaktadırlar..."20 Böyle diyor CİFİR işleriyle uğraşanlar!..

3.BÜYÜNÜN(SİHİRİN)DOĞUŞU


3.BÜYÜNÜN(SİHİRİN)DOĞUŞU

Yukarıda adı geçen surelerin mealleri şöyledir:

İhlâs Suresi:

"1-4 (Ey Muhammed)! De ki O Allah bir tektir. 2. Allah herşeyden müstağni ve her şey O'na muhtaçtır. 3. O doğurmamış ve doğmamıştır. 4. Hiçbirşey O'na denk değildir."

Felak Suresi:

"1-5. (Ey Muhammed!) De ki: Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden, hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden, tan yerini ağartan Rabbe sığınırım."

Nas Sûresi:

"1-6 (Ey Muhammed) de ki: İnsanlardan ve cinlerden ve insanların gönüllerine vesvese veren o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların Tanrısı, insanların hükümranı ve insanların Rabbi olan Allah'a sığınırım."


1. İki kişiyi birbirine yaklaştırmak ya da uzaklaştırmak için yapılan "SICAKLIK veya SOĞUKLUK" büyüsü,

2. İnsanın bazı güç ve organlarını çalışamaz hale getirmek amacıyla yapılan "BAĞLAMA" büyüleri,

3. Karşısındakini hasta etme, deli etme, sakatlama ve kötürüm haline getirmek gayesiyle yapılan "DÜŞMANLIK" büyüleri,
4. Yapılan büyünün tesirini kaldırmak için yapılan "karşı büyüleri" vb.
Daha başka türlü amaçlar için de büyücülere sihirler yaptırılmaktadır.



3. BÜYÜNÜN(SİHİRİN)DOĞUŞU

"Sihir, tabiat kuvvetleriyle insanlar arasında birtakım gizli ilişkilerin bulunduğu ve tabiattaki bütün varlıkların insanın anlayış gücünü aşan, bilinemeyen gizli kuvvetler tarafından yönetildiği inancından doğdu. 

Totem dinleri çağındaki din görevlileri ve rahipler kendilerinde gizli kuvvetlerle ilişki kurabilmek için bir gücün bulunduğunu ileri sürdüler. 
Her olayın bir totemin yönetiminde bulunduğunu ortaya atan,totemlerin kötü etkilerinden kurtulmak için onların iradesine bağlanmayı gerekli sayan bu görevliler birtakım otlardan, köklerden, kabuklardan, sıvılardan ilaç yapma yolunu buldular. Bu konuda en önemli etkiyi insan hastalıklarını gideren bitkiler, özü bilinmeyen maden suları yapıyordu. 

Bunlarda gizli güçlerin bulunduğu inancı doğdu. İşte sihirin kaynağı bu bitkiler ve sulardaki yapılan ilk ilaçlardır. Zamanla bunların gizliliğine yalnız rahiplerin akıl erdirdikleri inancı yayıldı. Böylece tapınaklar ilk sihir yapma merkezleri durumuna geldi. İlk sihir yapanlar da bu rahipler ve din görevlileri oldu. Halk bunların tabiatüstü güçler taşıdığına, insanları etkileyen gizli güçlerle yakın ilişkiler kurduklarına inanmağa, onlara karşı korku ile karışık bir saygı duymağa başladı. 

Totemler, totemleri temsil ettiğine inanılan kalıntılar (kemikler, kabuklar, boynuzlar, bitkiler) ilk sihir yapma araçları oldu. Zamanla daha belirgin bir nitelik kazanan sihir tek tanrıcı dinlere de geçti. Din kitapları, kutsal sözler, bu konuda kullanılan birer araç niteliği kazandı. Eski İran'da, Çin'de, Hindistan'da, Mezopotamya, Anadolu ve Mısır'da, özellikle Keldanîlerde sihir gizli bir meslek durumuna geldi"(18) Adı geçen yerlerde büyücülüğün durumu kısaca şöyleydi. 

Mezopotamya'da: Mezopotamya'da yaşamış olan Keldanîler yıldızlara taparlar, kâinatı idare edenlerin yıldızlar olduğunu, hayır ve şerrin onlardan geldiğine inanırlardı.

Semavi güçlerin yerdeki güçlerle birleşmesi sonucu mucizeler meydana geldiğini söylerlerdi.

Keldaniler büyücülüğün ve kâhinliğin sırrını bilmekle ün yapmıştı. Gerçekten, büyücüler Sümer-Akad medeniyetinden beri gelip geçmiş bütün bir büyücüler dizisinin mirasçılarıydı.

Büyücüler Mezopotamya'nın din adamları sınıfındandılar. Eridu Tanrısı Ea ile oğlu Babil Tanrısı Marduk'un koruyuculuğu altında bulunuyor ve insanların çevrili olduğu düşman güçlerle mücadele etmekle uğraşıyorlardı. Birtakım büyücüler, büyünün karşı durmak zorunda olduğu pek çok kötülüklerle suçlandırılıyordu. Birçok şeytanla da, okuyup üflemek veya şeytan kovma törenleri düzenlemekle mücadele ediliyordu.

Keldanileri Tevhid (tek Allah inancı) yoluna davet için Yüce Allah, Hz. İbrahim'i peygamber olarak gönderdi. Fakat onlar Hz.İbrahim'i kabul etmek istemediler. Nitekim Hz. İbrahim (a.s.)'i ateşe attıran da bunların krallarından Nemrut'tur(*).

Mısır'da: Mısırlılar caiz olan büyü ile caiz olmayan büyü ayırımı yaparlardı ve büyüyle, ölüm veya hayat konusunda etkili olabileceklerini, ruhlara başvurarak istediklerini elde edebileceklerini ve tabiatın güçlerini kendilerine bağımlı kılabileceklerini düşünüyorlardı. Bir bilime benzetilebilen ve meşru, yani caiz olan büyü, insanları zararlı hayvanlardan, hastalıklardan vb.den korumak amacını güdüyordu. Bu büyü, okuyup üfleyerek veya muskalar yazarak ve belirli törenlerle yapılırdı. Ölüleri ululamanın kökü de yine büyüye dayanıyordu.

İbraniler'de: Çok zaman yabancı halklardan duyulan korkunun yolaçmış olduğu büyü uygulamalarından Tevrat'ta sık sık söz edilir: "Ve Musa tunçtan bir yılan yaptı, ve onu sırık üstüne koydu ve vaki oldu ki, yılanın ısırdığı bir adam tunç yılana bakarsa yaşardı" (Tevrat).

Hintlilerde: Büyü, Veda dininin en gösterişli ve önemli törenlerinde yer alır. Bu törenlerde büyü uygulaması geceleri mırıltı halinde belli sözler söylenerek yapılırdı. Büyü için kullanılan araçlar da, çeşitli bitkiler, merhemler, ölülere ait eşya gibi şeylerdi. Aşk büyüleri, hastalıkların iyileşmesi ve şeytan kovmak için yapılan büyü ve uygulamalar da büyük bir yer tutar. Yoga çileciliği birçok bakımdan veda büyücülüğüne benzer.
Yunan ve Roma'da: Klasik eski çağ büyücülüğü sık sık yabancı tanrıların yardımına başvuruyordu. Ama Hekate yine de büyü tanrıçasıydı. Tesalya büyücülerle doluydu. İlkel Roma dinine çok sayıda büyü uygulaması miras bırakmış olan Etrüskler için de, durum bunun eşidir. Roma İmparatorluğu devrinde, doğu, özellikle de Mısır ve Keldani kaynaklı boş inançlar kendini göstermeğe başladı. 

Bunun üzerine birçok büyücü Roma'ya üşüştü. İmparatorlar, hizmetlerinden yararlanmakla birlikte, onlara kötü davranmaktan da geri kalmadılar. Tiberius, büyü yapmakla suçlanan azat edilmiş 4.000 köleyi Sardunya'ya sürdü. Apuleius, bir büyücülük suçlamasına karşı kendini savunmak zorunda kalmıştı.

Yahudi dininde: XII. yy.da birtakım kabbalacı'lar, tılsımlar kullanan mistik bir akımın doğmasına yolaçtılar. Doğu Avrupa'da hahamların mucize yapmak gücünde olduğuna inanılıyordu.

İslâm dini öncesi Arabistan'da büyü, müslümanlıktan önce geçerli birtakım uygulamalarla, Arapların yakın ilişkisi olan (musevîler, İranlılar, Yunanlılar gibi) halklardan alınmış aynı çeşitten anlayışların bir karışımıdır. Bunlar, tütsüleme, tılsım ve muska, okuyup üflemek, yıldızlara bakarak geleceği söylemek, içine yerleştirilen sayılar yatay veya dikey olarak toplandığında hep aynı sayıyı veren büyülü kareler düzenlemek vb. gibi uygulamalardı. Sayıların ve harflerin gizli değerlerinden yararlanarak geleceği okumak demek olan cifir, bu konuda kitaplar yazılmasına yolaçmıştır"(19).

Nitekim "CİFİR" ilmiyle uğraşanların iddia ettiklerine göre: her devirde nazil olmuş bulunan mukaddes kitabın orijinalini meydana getiren kelimelerin her birine 8 hadim (hizmetli) vazifeli kılınmıştır... Bunların 4'ü ulvî yani melek cinsinden; 4'ü de suflî yani cin cinsindendir.

Bu kelimelerin "Cifir ilmi" denilen bir ilmin verdiği hesaplara göre çeşitli rakamlarla tekrarlanışı o kelimenin vazifeli olan cinini harekete geçirir ve tesirini sevkedildiği kimse üzerinde icra eder...
İşte büyü denilen hâdise, bir kelime veya kelime grubunun belli bir sayıda, bazen de bazı yan çalışmalarla birlikte okunmasıyla birlikte meydana gelmektedir...

Ancak burada önemli bir faktör olan "zaman" mefhumunun da büyük rolü olmaktadır... Zira, zamanın yani günün 24 saatinin de ayrı ayrı rolleri bulunmaktadır bu işte...

İşte insan, bir kelimeyi veya kelime grubunu devamlı olarak okuduğu zaman, neşrettiği bu elektromanyetik dalgalan âdeta bir şifre şekline sokmaktadır ki bununla da o şifreye en yakın yapıdaki bir cin ile temas kurmuş olmaktadır...

İşte bu temas neticesinde o şifre durumundaki elektromanyetik dalgalar, kendisine en yakın yapıdaki cine tesir etmekte ve iyi düzenlenebildiği takdirde onu istenilen şey i yapmaya mecbur kılmaktadır...

İnsanın belirli bir kelime veya kelime grubuna belirli oranda devam etmesi sonunda beyin vasıtasıyla yaymış olduğu elektromanyetik dalgalar, o dalga boyuna uygun yapıdaki cinni istenilen şeyi yapmaya mecbur bırakıyor, demiştik... İşte cinnin kendisinden istenileni yapmaması halinde ise, o kişinin o duaya veya kelime grubuna devamlı halinde neşretmiş olduğu elektromanyetik güç yapısı bazı ışınlardan yapılmış olan cinin tahribine yani kaba bir tabirle yanmasına yolaçmaktadır...

Nasıl ki bir radyo istasyonunun yaptığı neşriyat, başka bir istasyonun daha kuvvetli şekilde yaptığı neşriyatla bozulmakta ise; aynı şekilde insanın bu çalışmalarla yaptığı elektromanyetik dalgalar da cinlerin ölümüne yolaçmaktadır.

Bu sebeple cinler, belirli bir çalışmaya devam eden ve kendisim yakıcı elektromanyetik dalgalar neşredebilecek güçteki kimselerin emri altına girmek zorunda kalmakta ve ister istemez "BÜYÜCÜ" dediğimiz kişilerin emirlerini yerine getirme işine tabi olmaktadırlar..."20 Böyle diyor CİFİR işleriyle uğraşanlar!..

4. BÜYÜ BOZMA:


4.BÜYÜ BOZMA:

Günümüzde pekçok insan, özellikle hanımlar sihirden (büyüden) ziyadesiyle korkmaktadırlar. Büyücüler bu korkudan istifade etmesini başararak bir sürü iğrenç ve gülünç safsatalar uydurmuşlardır. 

Bunlara da "Sihir bozucu Efsunlar" adını vermişlerdir. Kendisine sihir yapıldığına inananlar bu işlerle uğraşan "Cinci" hocalara(!) giderek kucak dolusu paralar ödemektedirler. Oysa bu safsataların İslâmi hiçbir dayanağı yoktur. Ancak ne hazindir ki halkımızdan pekçok insan bunlara kanmakta ve inanmaktadır. 

İşte sihir bozma için yapılan efsunlardan bazı örnekler:

1. Zeytin çekirdeği, vücudun çeşitli yerlerinden koparılmış kıllar, leylek pisliği, zırnık, iğde çekirdeği gibi bazı şeyler yakılarak dumanıyla tütsülenirse sihir bozulurmuş.

2. İçine 7 dükkanın süprüntüsü, çalınmış pancar, yeşil kağıt atılmış su ile bir saçak altında yıkanılırsa yine sihir bozulurmuş.

3. Kirpi kanı içmek sihiri bozarmış. 

4. Deniz aşın seyahat yapmak yine iyi gelirmiş.

5. Nikah kıyılırken erkeği bağlamak için yapılan büyüye karşı ise iki yumurta haşlamak ve soyduktan sonra, üzerine belirli yazılar yazmak, bunlann birini erkeğe, birini kıza yedirmek gerekirmiş.

6. Bir baltanın demir kısmına yine belirli yazılar yazıp baltayı ocağa gömmek ve demiri kızannca boş bir dolapta üzerine su dökmek.

7. Değirmen dolabından veya çarkından sıçrayan su ile yıkanmak(21).

8. 7 kapı eşiğinden birer parça koparıp ateşe atarak onun dumanıyla evin her tarafım tütsülemek.

9. Demir tortusunu suya atarak onunla yıkanmak.

10.100 dirhem pirince bazı dualar okuyarak pilavını pişirmek, bu pilavı büyünün etkisi altında kalan kimseye yedirmek.

11. Kırlangıç pisliğini kahvenin üzerine ekerek büyü etkisi altındaki kişiye içirmek.

12. Tuvalet taşına ters oturarak büyük abdest yapmak'22'.

13. Akrep tütsüsü yapmak. Öldürülen akrep bir kutuya konup saklanır. Her gün bunun bir parçasını ateşe atıp yakarak büyülü kimse ve ev tütsülenir. 
Tütsü güneş doğduktan sonra batıncaya kadar yapılır. Gece yapılmaz.

14. Zeytin okumak. Okuma izni olan (el-alan) kişi büyülü kişinin durumuna baktıktan sonra 7 zeytin ister. Bunlara bazı dualar okur. Sonra evden biri bu okunmuş zeytinleri alarak boş bir arsaya, boş bir toprağa atar.Böylece büyü etkisi o kişiden zeytinlerle beraber gitmiş olur.

15. Leylek pisliğini ateşte yakarak tütsülenmek, v.s.
Sihirin (büyünün) çok değişik şekilleri olduğu gibi büyü bozmanın da daha pek çok değişik yöntemleri mevcuttur. Biz en çok kullanılanlarından bazılarını nakletmekle bir fikir vermek istedik. 



5. İslâm ve Sihir:

Kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerim'de sihirin niteliği ve mahiyeti hakkında haberler mevcutrur.Bakara, Araf, Yunus, Şuara, Taha, Kalem ve Felak Sûreleri'nde sihirden ve sihirbazların durumundan bilgiler verilir. Sevgili Peygamberimiz (S.A.S), insanı felâkete ve helake sürükleyen "yedi büyük günahtan" biri olarak "SİHİRİ" bildirmiştir. 

Kur'ân-ı Kerim'de Bakara Sûresi'nin 102'nci âyetinde, yahudilerin, Allah'ın kitabını bırakarak sihre başvurduklarını Hz. Süleyman'ın devletini yıkmak ve onun peygamberliğini kabul etmemek için iftiralara başvurduklarını, Taha Suresi 56-57. ayetleri arasında ise, Firavun'un sihirbazlarıyla Musa (a.s) arasında cereyan eden bir olaydan haber verilerek, sihirbazlar tarafından atılan, ip ve değneklerin, Hazreti Musa'ya koşuyorlarmış gibi göründüğü bildirilir.

Aynı olaya işaret edilen A'RAF Sûresi'nin 116'ncı âyetinde de sihirbazların halkın gözlerini bağlayıp onlara korku saldıkları bildirilir. Buna göre sihir olayı vardır.

Ancak sihiri yapabilmek için, birtakım marifetlere, bilgilere sahip olmak gerekir. İşte bu noktada, bilgi ve marifet sözkonusu olunca sihrin de kendisine has usûl ve metotları bulunan bir ilim dalı olduğu neticesine vardır ki, her çeşit ilimde olduğu gibi, bunda da ona vakıf olmuş, usûl ve metodlarını kavramış mütehassıslar vardır ve bunlara "sihirbaz" denir.




İslâm'a göre:

"Kim sihri öğrenir ve onu ameli sahada tatbik ederse, küfür işlemiş olur, fakat onu öğrenmekte, tatbikinden sakınıldığı takdirde bir mahzur yoktur. Bu, tıpta kimyevi maddeler arasında yeralan şiddetli bir zehir gibidir ki, eczacılıkta çeşitli hastalıklar için tedavi maddesi olarak kullanıldığı halde kötü niyetli bir kişinin elinde öldürücü bir silah olur"(23).

Bu itibarla bütün İslâm müctehitlerince sihir yapmak HARAM olarak nitelendirilmiştir. Hatta bazı müctehitlere göre "sikiri öğrenip başkalarına öğreten kimseler, dinden çıkmış olurlar"(24).
Bu konuyla ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'na sorulan bir soruya, Din îşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı'ndan 27 Ocak 1987 tarih ve 93 sayılı yazıyla verilen cevap aynen şöyledir.

"Dilimizde büyü ve efsun adı verilen sihir, «bazı acaip işler vasıtasıyla eşya ve insanlar üzerinde birtakım tesirler getirmek» şeklinde tarif edilmektedir. Sihrin gözbağcılık denilen ve gerçek olmayan çeşitleri bulunduğu gibi, gerçek netice ve tesirleri olan nevileri de vardır.

İslâm Dini, sihrin varlığım inkar etmemiş: fakat tevhid inancına zarar verdiği, kontrolü mümkün olmadığı ve genellikle kötüye kullanıldığı için yasaklanmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de (Taha Sûresi, Ayet: 69) "Sihirbazın felah bulmayacağı" ifade buyurulmuştur.

Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre İslâm Dini, sihrin varlığını kabul etmekte ancak, yapmayı ve yaptırmayı kesinlikle yasaklamaktadır. Zira, "sihir: Hislere, fikirlere, eşya ve cisimlere tesir edebilmektedir"(25). Bu itibarla sihir insanı hastalandırır, aklını bozar, kan-koca arasını açar. Hatta ölüme kadar götürebilir. Bunun içindir ki İslâm, bu işle uğraşanlara en şiddetli cezanın uygulanmasını uygun görmüştür.

Nitekim sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

Ebu Hureyre rivayet ediyor: Bir gün Peygamberimiz (S.A.S):
- Siz, (fertlerin ve milletlerin mahvına sebep olan) helak edici yedi günahtan sakınınız buyurmuştu.
Ashab-ı Kiram:
- "Ya Resulallah, bunlar hangileridir?" diye sordular. Peygamber (S.A.S):
-"Allah 'a ortak koşmak,
SİHİR (büyü)yapmak,
Haksız yere bir kimseyi öldürmek,
Faiz yemek,
Yetim malı yemek
Düşman ile savaşırken savaş alanından kaçmak, Evli ve hiçbirşeyden haberi olmayan namuslu bir kadına zina isnad ve iftirasında bulunmak"r(26). 


Bir başka hadislerinde de Allah Elçisi şöyle buyuruyor:
"Kim bir düğüm bağlar da sonra ona üflerse sihir yapmış olur. Sihir yapan da şirke (Allah'a ortak koşmaya) gitmiştir"(27).
Hz. Ayşe, Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) Efendimizin şöyle dediğini rivayet ediyor.

"Melekler anâne yani bulutlara inerler de gökten geleceğe dair vaki olacak bazı şeyleri aralarında konuşurlarken şeytanlar, meleklerden bir haber kapıp, işittiklerini kahinlere -büyücülere- gizlice ulaştırırlar. Bu havadislerle beraber kendiliklerinden de yüzlerce yalan uydururlar"(28).
Sihir işi ile uğraşanlar üç kuruşluk dünya menfaati için insanlıklarından kopacaklarını unutmamalıdırlar.

Allah'a sığındıktan ve Allahda koruduktan sonra hiç bir sihirbazın sihri etkili olamaz. Çünkü Kur'ân-ı Azimüşsan'da "Sihirbazlar Allah 'ın izni olmadıkça onunla hiçbir kimseye zarar verici değillerdir(29) buyurulur.

Yunus Sûresi 77. âyette de, "Sihirbazlar umduklarına eremezler" denilmektedir ki, doğrudur. Gerçekten Allah'ın emrine muhalif olan bu tür sihir işleriyle uğraşanlardan pekçok kimse, hayatları boyunca mutlu olamamışlar, sefalet ve rezalet içinde yaşamışlardır. Bunlardan bazıları izbe ve loş mahallerde müşteri beklemekle ömrünü tüketmiştir. Bazıları çeşitli hastalıklara yakalanarak acılar içerisinde kıvrana kıvrana yok olup gitmişlerdir. 

Allah'ın haram kıldığı bu tür işleri kendisine meslek edinen insan, bu dünyada huzur bulamaz. Çünkü Allah'ın "sihirbaz felah bulamaz" hükmü, her zaman tecellisini icra eyler.

İmanı tam bir müslüman Cenab-ı Hakk'ın azametine, kudretine sığınarak O'nun ilâhi kelâmındaki Fatiha, İhlas, muavezeteyn (Felak ve Nas) gibi surelerini, Âyetel Kursi gibi ayetlerini sık sık okuyarak ona iltica eder, O'na sığınırsa o kişiyi Yüce Allah korur. İhlası tam olan müslümana sihir etki yapmaz.

Burada sevgili Peygamberimiz'in bilfiil yaptığı bir adetini nakletmek isterim.
Hz. Ayşe (r.a)'den rivayet edilmiştir:

"Peygamber (S.A.S) her gece yatağına geldiği zaman iki elini birleştirerek avucunun içine; Kulhüvallâhü Ehad, Kul eûzü Eirabbi'l Felak ve Kul eûzü Birabbin-nâs sûrelerini okuyup ellerine üflerdi. Sonra iki eliyle vücudundan elinin yetiştiği yerleri sıvazlardı. Elleri ile başını, yüzünü, vücudunun ön kısmını meshetmeğe başlardı. (Sonra vücudunun arka tarafını mesh ederdi). Ve böyle okuyup üfleyerek vücudunu mesh etmeği üç defa tekrarlardı"(30).
Kur'ân-ı Kerim bu sığındırıcı 3 sûre ile son bulmuştur. Bunlar, bütün insanlığa ihsan edilmiş en güzel, en veciz ve en yüce anlamlı sığınma, korunma dualarıdır.

Bunlardan "Kul huvallahü Ehad" (ihlâs) sûresi, Allah'ın birliğini ifade ile insanı Tevhid inancına yani Allah'ın varlığına, kudretine insanı sığındırır. İnsanı müşrik ve süflî düşüncelerden arındırır.

Felak ve Nas Sûreleri de bütün mahlukatın maddi ve manevi, görünür, görünmez şeylerinden Allah'a sığındırır. Allah'a sığınıp, Allah'ın himayesine mazhar olanlar da her türlü serlerden ve kötülüklerden tam manasiyle korunmuşlardır. "Allah en hayırlı koruyucudur, o, merhamet edenlerin en merhametlisidir" (Yusuf: 60) (31)

Yukarıda adı geçen surelerin mealleri şöyledir:

İhlâs Suresi:

Felak Suresi:

Nas Sûresi:

"1-4 (Ey Muhammed)! De ki O Allah bir tektir. 2. Allah herşeyden müstağni ve her şey O'na muhtaçtır. 3. O doğurmamış ve doğmamıştır. 4. Hiçbirşey O'na denk değildir.""1-5. (Ey Muhammed!) De ki: Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden, hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden, tan yerini ağartan Rabbe sığınırım.""

BÜYÜ ŞÜPHESİNDE:


BÜYÜ ŞÜPHESİNDE: 


Birinci yol:



Bir bardak suya 101 sefer "La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minez zalimin" okur ve 1 Ayetel Kürsi ve 1 Fatiha Suresini okuyup içerse içinde yanma varsa anlayın ki o büyüdendir.


İkinci yol:



Kişi üzerine Rahman Suresi, Cin Suresi 1-13 ayetler okunur,eğer kişi de sıkılma daralma olursa o zaman bunda büyü var demektir.



BÜYÜNÜN BOZULMASI İÇİN:



7 adet defne yaprağı üzerine 3 Ayetel Kürsi ve 1 Fatiha demlenip içilirse o gece rüyanızda ,eğer büyü var ise çözüldüğünü gösterirler.


BÜYÜ VE CİNLERDEN KORUNMAK İÇİN


Bir sabah ezan okunurken bir bardak suya,11 Ayetel Kürsi,11 Fatiha Suresi,11 Felak-Nas,11 sefer de "La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minez zalimin" 11 defa "La havle vela kuvvete illa billah il aliyyil azim" diyerek suya okur ve namazını kıldıktan sonra evinin penceresini açıp gökyüzüne 3 dakika baktıktan sonra niyetini tutup içerse o gün üzerinde o sihrin veya musallat olan varlıkların(cinlerin) gittiğini bir saat içinde anlayacaktır.


KASR-I ARİFAN DERGİSİ-EKİM 2011 S/44-45

20 Temmuz 2019 Cumartesi

İSLAM-HRİSTİYANLIKTA-YAHUDİLİK DİNİNDE CİNLER


İSLAM-HRİSTİYANLIKTA-YAHUDİLİK DİNİNDE CİNLER


İSLAM DİNİNDE CİNLER

İslam’a göre cinler akıl sahibi olması açısından peygamberlerin tebliğlerine muhattap olmuş sorumluluk sahibi canlılardır. 

Kur’an-ı kerim de onların Hz. Musa’ya ve getirdiği buyruklara iman ettikleri haber verilmiştir...(Ahkaf Suresi, 46/ 30)
 
Peygamberlerin davetleri açısından mümin ve kâfir diye ikiye ayrılan cinlerin iman edenleri kurtuluşa ve ebedi saadete ererek cennete gireceklerdir. “and olsun ki cehennem için birçok cin ve insan yarattık.” (Araf Suresi, 7/ 179)
 
Kur’ an da cinlerinde insanlar gibi Allah’ a karşı yalan uydurdukları haber verilmiştir. (Cin Suresi, 72/ 5)
 
Kurana göre insanlar cinleri göremedikleri halde cinler insanları görmektedirler. (Araf Suresi, 7/ 27)
 
Hz. Peygamber (sav) bu duruma işaret ederek Müslüman bir kişinin tuvalet veya cinsel ihtiyacı için soyunduğu zaman “besmele” çekerek kendisini gözleyen cin ve şeytanları kovmasını istemiştir. (Tırmizi, İbni Mace, taharet 9/ 297- 298)
 
Cinlerde hayatlarını devam ettirmek için kendi yapılarına uygun olarak beslenmekte, yiyip içmektedirler ayrıca ölümlüdürler.(Müslim, Zikr 68) Cinlerinde nikahlanıp evlendikleri, çoluk çocuk sahibi oldukları kaydedilmektedir. (Ebu ya’ la, El-ferra, El Mutemet fi usulit-din s.174)
 
Hz. Muhammed (sav) bir hadislerinde evlerde bırakılan çöplerin cinlerin toplantı yeri olacağını bildirmiştir. (Abdurrezzak, Musannaf, 11, 32)

İslam dinin de cinlerin bazı insanları çarparak hastalanmalarına sebep olduğu inancı vardır. (Bakara Suresi, 2/ 275, el- ferra s. 173- 174) 

Kuran da ve bazı hadislerde cinlerin haber çalmak için göğe çıktıkları fakat üzerlerine yakıcı, delici ışınlar gönderilmek suretiyle buradan kovalandıklarını öğrenmekteyiz. (Saffat 37/ 6- 10 Hicr 15/ 16- 18)
 
Gerek cinn ve gerekse ins’ den hiç bir şeytan artık semaya çıkamaz sırlarına vakıf olamaz. (Elmalılı M Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, cilt 5, 349 Cin Suresi, 72/ 8- 10) 

Cenab-ı hak cinleri dumansız ateşten yarattığını kuran da haber vermektedir. Yani günümüzde ki anlamıyla ışınlardan ibarettirler.(Sad Suresi, 38/ 71- 77; Rahman 55/ 14- 16) 

Cinler insanoğlunun gözüne görülemeyecek bir tarzda yaratılmışlardır. (Araf Suresi, 7/ 27)

İslam kehanet grubuna giren şeylerin hepsinin yalan olduğunu belirtmiş kahinleri dinlemeyi onları tasdik etmeyi yalanlamıştır.(Sahih-i Buhari, tefsir 72/ 1) 

Kuran da “ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan bu günle karşılacağınıza dair sizi uyaran resuller gelmedi mi?” (Enam Suresi, 6/ 112)
 
Cinlerinde insanlar gibi Allah’ a kulluk yapmakla mükellef tutuldukları kesin olarak bildirilmektedir: “cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.” (Zariyat Suresi, 51/ 56)

Ahkaf suresindeki ayetlerde cinlerden bir grubun Hz. Peygamberimize (sav) gelerek Kuran’ı dinledikleri daha sonra kendi kavimlerine açıklamakla görevli olarak dönüp onları İslam’a davet ettiklerini anlıyoruz. (Ahkaf Suresi, 46/ 29–32)
Abdullah bin mesuttan “cin heyetinin geldiği gece Resulullah ile beraberdim. Derin bir nefes aldılar. Neyiniz var ey Allah’ ın resulü dedim. Kendi nefsime ölümü haber verdim buyurdu. Yerine halife bırak dedim. Kimi? Buyurdu. Ebu bekri dedim. Sustular. Ömeri Dedim. Sustular. Ali’ yi dedim. Derin bir nefes alıp nefsim kudret elinde olan Allah’ a yemin ederim ki ona itaat ederlerse cennete girerler buyurdu. (imam- ı şibli, ahkamulcan s. 68- 69, garaibü ve acaibül cin s. 63- 64)

 
HRİSTİYANLIKTA CİN İNANCI
 
Sen Allah’ın bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun, cinlerde, inanıyorlar ve titriyorlar. Fakat ey boş adam, imanın ameller olmayınca faydasız olduğunu bilmek ister misin? (Yakup’un mektubu, 2/ 19–20)

Ve onun haberi bütün Suriye’ye yayıldı. Ve ona çeşit çeşit hastalıklara ve dertlere tutulmuş bütün hastaları, cinlere tutulanları, saralı ve inmeli olanları getirdiler.
Ve onları iyi etti. (Matta 4/ 24)

Luka ve Markos incilinde bildirildiğine göre Hz. İsa, Mecdelli Meryem adlı kadından yedi tane cin çıkararak onu iyileştirmiştir. (Markos 16/ 9)
Markos inciline göre cinler Hz. İsa’ ya itaat etmek zorundaydılar. Çünkü onu tanıyor ve kendisinden korkuyorlardı. (Markos 1/ 32- 34)

Luka incilinde yer alan bir iddiaya göre de cinler bir insandan sen Allah’ ın oğlusun diye bağırarak çıkarlardı. İsa onları azarlayarak söylemeye bırakmazdı çünkü kendisinin Mesih olduğunu biliyorlardı. (Luka 4/ 41)

Çevresindeki halkın bir kısmı kendisine inanmakta fakat çoğunlukta inanmayarak onun Cinli/deli olduğunu iddia etmektedir. (Yuhanna 8/ 48- 49, 10/ 19- 21 17/ 19- 20)

Yine İncillerden anladığımıza göre onun cinlerin başkanı beezbul vasıtasıyla Ulşiyaptanı bildirmekteydiler. (Matta 12/ 22- 29 Luka 11/ 14- 22 Markos 3/ 22- 27)

Hz. İsa cine tutulmuş dilsiz bir adamın cinini kovarak iyileştirmiş ve konuşmasını sağlamıştır. (matta 9/ 32–34 12/ 22–29 Markos 3/ 20–27, Luka 11/ 14–22)

Hz. İsa saralı bir çocuğu, onun hastalanmasına sebep olan cine kovarak iyileştirmiştir. (matta 17/ 14–20 Luka 9/ 37–42)

Hz. İsa cinleri Allah’ın ruhu ile çıkarıp kovduğunu söylemişti. (matta 21/ 28)

Hz. İsa cinleri çıkarma yetkisini havarilerine de vermiştir: “ve cinleri çıkarmaya kudretleri olsun diye 12 kişi tayin etti.” Havarilerde hz. İsa’ dan aldıkları bu yetki ile kötü ruhlar üzerine hakim olmuşlar ve cinleri çıkararak hastaları iyileştirmişlerdir. (Markos 6/ 13 Luka 9/ 1–2)

 
YAHUDİLİK İNANCINDA CİNLER
 
Tevrat’ta yer alan bazı ifadelerden Yahudilerde cin inancının mevcut olduğunu görmekteyiz. Tesniye bölümünden Hz. Musa döneminde bir kısım Yahudilerin cinlere kurban kesmek suretiyle tapındıklarını anlamaktayız. Hz. Musa’ dan nakledilen bir ilahide bu husus şöyle dile getirilmiştir:

Yabancı ilahlarla onu kıskandırdılar.
Mekruh şeylerle onu öfkelendirdiler.
Allah olmayan cinlere
Bilmedikleri ilahlara
Atalarınızın korkmadıkları
Son zamanlarda çıkan yeni ilahlara kurban ettiler. (tesniye 32/ 16–17)

Yukarıdaki ifadelerden İsrailoğullarının cinlere tapmayı diğer milletlerden öğrendiklerini görmekteyiz. Onların cinlere ve diğer ilahlara tapmaları Tevrat’ta kesin olarak yasaklanmıştır: ve artık kurbanlarını ardlarınca zina ettikleri taptıkları mabudlara kurban etmeyecekler. Bu onlar için nesillerinde ebedi kanun olacak. (levililer 17/ 7)

Hz. Musa’dan sonra Yahudilerin tevhid inancından saparak yine cinlere tapmaya döndükleri kitabı mukaddeste belirtilmiştir:

Fakat milletler ile karıştılar
Ve onların işlerini öğrendiler
Ve putlarına kulluk ettiler
Onlarda kendilerine tuzak oldular
Ve oğullarıyla kızlarını cinlere kurban ettiler. (mezmurlar 106/ 37)

Yahudi toplumunda cinlerin insan ve hayvanların içine girerek onları delirttiğini inanılır. Bazı putperest ilahlarının israiloğullarınca harabelerde mevcut olduğuna inanılan cinler haline dönüştürüldüğü görülmektedir. Şedim ve lilith bunlardandır. Yahudilikte önemli iki cinli şahsiyet keffaret günü (yom kippur) günah keçisinin salıverildiği çöplük yerlerde yaşayan azazel ile kutsal kitap sonrası menkıbelerinde geçen çocuklara saldırması ve Âdem’in ilk karısı olmasıyla bilinen dişi cin Lilith olduğun anlaşılmaktadır. (Levililer 16/

Cinler Adem’in Lilth’ten olan zürriyetidir yada kadınlarla cinsel ilişkiye girmiş olan kovulmuş meleklerin zürriyetidir. (Tekvin 6/ 1–4)
  

19 Temmuz 2019 Cuma

17 Temmuz 2019 Çarşamba

YURTDIŞINDA GİZLİ KAMERAYA YAKALANAN CİNLER


CİN ÇARPMASI VARMIDIR?


CİN ÇARPMASI VARMIDIR?
 
Peygamberimizin zamanında herhangi bir "sahabenin" içine cin girmiş midir? Neden hocalar müslümanları insanların içine cin girebilir diye korkutuyorlar?

Sahabe devrinde de cin çarpması/sar’a hastalığının olduğunu dair bilgiler vardır.

Ah
med b. Hanbel, Tirmizi ve Hakim’in Ubey b. Kab’den rivayet ettiklerine göre, Bedevî bir adam Hz. Peygamber gelip -beraberinde getirdiği- kardeşinin ağrılar çektiğinden şikayet etti. Hz. Peygamber, ağrılarının sebebini sorunca, cinlerin çarpmasından olduğunu söyledi. Bunun üzerine peygamberimiz: Bakara suresinin ilk beş ayetini, ihlas suresi ve diğer bazı ayetleri okudu, adam hemen iyileşti” (Kenzu’l-Ummal, h. no: 3978).
 

Beyhakî ve İbn Asakir’in Ebu’l-Aliye’den rivayet ettiklerine göre, Halid b. Velid şunları söyledi: “Ben, Hz. Peygambere gelip bir cinnin bana musallat olduğunu söyledim. Peygamberimiz de ona “Bana dokunan iyi veya kötü bütün cinlerin şerrinden, yeryüzündeki bütün canlıların şerrinden, yer/toprak altından çıkanların şerrinden, göğe çıkan ve oradan inenlerin şerrinden, -hayırla çıka gelenlerin dışında- yanıma gelen her şeyin şerrinden Allah’ın tastamam kelimelerine sığınıyorum, ya Rahman!” duasını oku dedi. Ben bunu okudum ve o hastalıktan kurtuldum.”(Kenzu’l-ummal, h. no:28543)


Ebû Leylâ (el-Ensârî) (ra) Şöyle demiştir: Ben (bir kere) Peygamber’in (asm) yamnda oturuyordum. O esnada bir bedevi huzura gelerek, “Hasta bir erkek kardeşim var” dedi. Peygamber (asm): “Kardeşinin hastalığı nedir?” diye sordu. Bedevi: “Kardeşimde bir nevî delilik/cin çarpması var” dedi. Peygamber (asm) (bedeviye): Git de onu bana getir, buyurdu.

Bedevi de gidip onu getirdi ve Peygamber’in (asm) önünde oturttu. Ben, Peygamber’in (asm) ona şifâya kavuşması için Allah'a sığınarak şunları okuduğunu işittim: Fatiha sûresi, Bakara suresinin 1, 2, 3, 4, 163, 255, 284, 285 ve 286. âyetleri; , Âl-i îmrân sûresinin 18. Âyeti; A'râf sûresinin 54. Âyeti; Müminûn sûresinin 117. Âyeti; Cin süresinin 3. Âyeti; Sâffât sûresinin 1-10. Âyetleri; Haşir sûresinin 22, 23 ve 24. Âyetleri; İhlâs, Felâk ve Nâs sûreleri.

Peygamber (asm) bunları okuduktan sonra bedevi şifâya kavuşarak, hiçbir rahatsızlığı kalmayarak ayağa kalktı."

Not: Zevâid isimli hadis kitabında şöyle denilmiştir: Bu hadisin senedinde Yahya bin Ebİ Hayye zayıftır. el-Hâkİm de bu hadisi el-Müstedrek'te Ebû Cenâb yoluyla rivayet ederek: Bu hadis, mahfuz ve sahihtir, demiştir. (bk. İbn Mace, Tıb, 45)
Bu hadîste geçen "Lemem" kelimesi, bir nevi delilik ve cin çarpması mânâlarına gelir. (Kamus, L M M md.) Bu hadîs hem Peygamber’in (asm) bir mucizesini ifâde eder hem de delilik, cin çarpması ve sara gibi bir hastalığa tutulan kimseye hadiste anılan âyetleri okumak suretiyle Allah'a sığınarak şifâ dileme¬nin müstahablığına delâlet eder.

Son olarak şu rivayeti de aktarmak faydalı olacaktır:

Ebu Sâ'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm cinlerden ve insanın göz (değmes)inden (çeşitli dualar okuyarak) Allah'a sığınırdı. Muavvizeteyn (Nas ve Felak sureleri) nazil olunca bu iki sureyi esas aldı, diğerlerini terketti." Tirmizi, Tıbb 16; İbnu Mace, Tıbb 33)
Cinlerin insanlara tasallutu yaygın olarak bilinen hususlardandır. Ancak bunların tedavisini yapanların ne derece samimi olduklarını bilmeyiz.

Bir de ortada çok şartlatanlar dolaşmakta ve kendilerine hoca adını takmatalar. Bunlar yüzünden hocaları itham etmek yanlıştır.
  

SALİH MEMİŞOĞLU VEFAT ETTİ